Haftanın tek izin gününde, -hava da sanki bozdu, yağmurda yağabilir, acaba gitmesem mi- diye söylene söylene sabahın 6'sında evden çıkıyorum...
Abim geç kalma ihtimalim yüzünden beni otobüsün kalkacağı noktaya kadar aracıyla bırakıyor...
Saat 7 gibi yavaş yavaş grup toplanıyor.
İncirli, Mecidiyeköy, Kadıköy, Bostancı'da diğer arkadaşları alarak bir günlüğüne de olsa İstanbul'dan kaçışımız başlıyor...
İncirli, Mecidiyeköy, Kadıköy, Bostancı'da diğer arkadaşları alarak bir günlüğüne de olsa İstanbul'dan kaçışımız başlıyor...
Merhaba nasılsınız derken, 1 saatte Sapanca'da Berceste Tesisleri'ne varıyoruz...
Açıkcası açık büfe kahvaltı olayının bu kadar abartıldığını hiçbir yerde görmedim...
Tesis, görevli arkadaşların ifadesiyle -saymadım ama cidden saymaya çalışan vardı- 120 çeşite varan bir kahvaltı sunuyordu...
Ne yalan söyleyim insanın içinden bir anlık ta olsa arkadaşlar siz devam edin akşam beni burdan alırsınız diye geçiyor...
Şaka bir yana sohbet esnasında öğrendiğimiz kadarıyla Bolu, Gümüşova, Yeşilyayla da da şubeleri olan Berceste'nin kahvaltı çeşitliliği haricinde çalışanların ilgisi kendinizi önemli hissetmenizi sağlıyor...
45 dakika süren kahvaltıdan sonra keyif çaylarımızı içip otobüste yerlerimizi alıyoruz ve yardımcı rehber Zafer elinde 30-35 adet gazete ile yanımıza gelip hangi gazeteyi istediğimizi soruyor...
Açıkcası otobüs yolculuklarında olmazsa olmazım, gazete ve dergi okumaktır...
Tek başınıza bir yolculuğa çıkıyorsanız, sizi sıkıntıdan kurtaran kitap, gazete okumak veya mp3 dinlemektir...
Kitap okumayı günübirlik gezilerde tercih etmem çünkü otobüs içinde devamlı bir hareketlilik vardır, şarkı söyleyen, fıkra anlatan, ön tarafa laf atan vs. derken rahatça dikkatiniz dağılabilir...
Mp3 dinlemeyi tercih etmeme nedenimde bu hareketliliğe katılmanız gerektiği anlar oluyor, yok ben almim, kimseye de mani olmim derseniz baştan kendinizi gruptan çıkarmış olursunuz ve tavsiye etmem...
Bu yüzden gazete okumak en keyiflisidir bu tip kısa yolculuklarda...
Arada yapılan sohbetlerde yardımcı rehber Zafer ile uzaktan akraba olduğumuzu öğreniyoruz...
Gazete, sohbet derken 3,5 saatte Abant'a varıyoruz...
Abant'ta 2 büyük otel var, biri göle biraz yukardan bakan Büyük Abant Oteli, bir diğeri de Taksim Palace, 1000 yatak kapasiteli üçüncü büyük otelin yapımına da önümüzdeki yıl başlanacakmış...
İki otel arasında kıyas yapma taraftarı değilim çünkü kıyas yapınca biri değerden düşer...
Yine de Büyük Abant Oteli göle yukardan bakması nedeniyle daha güzel fotoğraflar veriyor...
Kışın tamamıyla kartpostal hizmeti veren Abant, sonbaharda da yerlere dökülmüş kırmızı yapraklarıyla son derece güzel...
Ama erken rezervasyon yaptırmanız gerekiyor, fiyatlar biraz tuzlu...
Abant'a vardıktan sonra 1 saatlik gezi ve fotoğraf makinalarının yoğun mesaisi sonrasında mangal için gölün karşı tarafına geçiyoruz...
Mangal hazırlığı yapılırken gölün kenarında bulunan köşkün 1900 lerin başında yapıldığını ilk adının Atatürk Köşkü olduğunu Atatürk ziyarete gelmeyince adının İnönü Köşkü olduğunu, o da gelmeyince Abant Köşkü olarak kaldığını ve daha çok sosyeteye hizmet veren bir otel olduğunu öğreniyoruz...
Mangalı beklerken gruptan kimi faytona, kimi at a binmeyi kimi de göl çevresinde dolaşmayı tercih ediyor...
Yalnız faytona ya da at a binmek isteyenler kesinlikle pazarlık yapsınlar, bölge halkı fena pusuya yatmış durumda...
Misal gruptan bir bayan arkadaş göl kenarındaki yaşlı teyzeye, -ayağındakini sen mi ördün teyzem dedi...
Teyze de -evet kızım al abant hatırası olur- dedi...
Arkadaşta -teşekkür ederim teyze- deyince, teyze -ne demek kızım 10 lira- deyiverdi :))
Mangal keyfinden sonra saat 3 gibi günün en yorucu kısmı olan rakımın 1350 yi bulduğu dağa tırmanışımız başlıyor...
Ama çoğunluğun bayan olmasından dolayı çok yavaş ve durarak ilerleyebiliyoruz...
Sonunda tırmanış bittiğinde rehberimiz Hakan, Mudurnu'yu ve çevre köyleri tanıttıktan sonra yol kenarındaki dallardan kuşburnu ve yabani elmaları toplayarak yola devam ediyoruz...
Unutmadan yukarıya çıktığınızda Abant Gölü'nün kalp şeklinde olduğunu görebiliyorsunuz, ama önce inanmanız lazım çünkü grubun büyük bir kısmı bu benzerliği kabul etmedi...
Hafif tempoda dura kalka ilerlerken saat 5 oluyor...
Hava kararmaya başlıyor ve gezinin sonuna doğru geliyoruz...
Hava kararmaya başlıyor ve gezinin sonuna doğru geliyoruz...
Saat 6 gibi yorgun bir şekilde otobüsteki yerlerimizi alıp dönüş yolculuğuna başlıyoruz...
Rehberlerimizin 4 saati bulan dönüşte şarkılar söylemesi, oyunlar oynatması yolculuğun sıkılmadan geçmesini sağlıyor...
Son söz olarak, Abant'a kesinlikle gidin derim, eğer yerimde duramam diyorsanız sonbahar da turlarla gidin...
Yok ben manzaraya baka baka yatar, anca iki kartopu oynarım diyorsanız kışın kar yağdığı zaman gidin derim, çünkü camı açıp saatlerce fotoğraf çekebilirsiniz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder