İNCEĞİZ’İ ... GEZİ ... YORUM ...
“Ramazan’da olmaz, şimdi de bayram, haftaya okul açılıyor.” derken sabahı titreten, öğleni yakan bir pazartesi
sabahı, Çatalca İnceğiz yollarına düşme konusunda anlaşıyoruz.
sabahı, Çatalca İnceğiz yollarına düşme konusunda anlaşıyoruz.
Son kontrolleri pazar akşamı yapıp, “Sabah 9’da Avcılar Kampüsü önünde olalım beyler!”de mutabık kalıp artık
gecenin sabaha dönmesini bekliyoruz.
gecenin sabaha dönmesini bekliyoruz.
Açıkcası 15 dakikalık gecikme hakkımız olsun -tecrübeyle sabit- talebimin reddedilmesi 06.30’da uyanmamın
sebebi oluyor. Gerçi, o saate kadar çantamı hazırlamamış olmamın payı da yok değil.
sebebi oluyor. Gerçi, o saate kadar çantamı hazırlamamış olmamın payı da yok değil.
Hazırlıkları bitirip yola düşelim derken, güzel insan anneme trekkingi anlatmayıp, “Ya anne piknik gibi birşey.”
demem, çantama yaprak sarması doldurmaya çalışmasının sebebi oluyor ve sabah sabah “Doğruyu anlatmaktan
vazgeçmemem.” konusunda dersimi alıyorum.
demem, çantama yaprak sarması doldurmaya çalışmasının sebebi oluyor ve sabah sabah “Doğruyu anlatmaktan
vazgeçmemem.” konusunda dersimi alıyorum.
Küçük bir mücadele ve “Gördün oğlum aklın kalır, ye işte!” diye ağzıma sıkıştırılan birkaç dolmadan sonra
otobüsle Yenibosna’ya varmak için yola çıkıyorum.
otobüsle Yenibosna’ya varmak için yola çıkıyorum.
Yenibosna’dan da Nuri ile birlikte İstanbul için yüzyılın icadı metrobüsle Avcılar kampüse hareket ediyoruz...
Ve saat 09.01’de açıkcası benim de şaşırdığım bir zamanlamayla buluşma yerindeyiz.
Ve saat 09.01’de açıkcası benim de şaşırdığım bir zamanlamayla buluşma yerindeyiz.
Murat Hoca’yı, bana çok gördüğü ama kendisinin hovardaca kullandığı gecikme hakkı ve türlü türlü bahaneleriyle
kampüs önünde karşılıyoruz.
kampüs önünde karşılıyoruz.
“Hoca geç kaldın!” sitemimizin ardından, Nuri’nin “Ben öne oturucam, ben öne oturucam!” diye ön koltuğa
oturmaktan hoşlanmayan bana dil dökmesi “Yıllarca birbirimizi tanıyamamışız be kardeş, buyur geç.” dememle uzamıyor.
oturmaktan hoşlanmayan bana dil dökmesi “Yıllarca birbirimizi tanıyamamışız be kardeş, buyur geç.” dememle uzamıyor.
Ve artık Çatalca İnceğiz yolundayız...
Açıkçası yolda “İnceğiz’e nasıl gideriz kardeş!” diye her soruşumda “Uzun zamandır oraya kimse gitmedi genç!”
repliğini beklemedim değil.
repliğini beklemedim değil.
Yol üzerinde bulduğumuz pastaneden pohaça, açma, simit üçlüsü ve “Bunlar kuru kuruya gitmez.” diyerek aldığımız
meyve sularıyla, açık havada yapılacak kahvaltının kadrosu tamamlanmış oluyor.
meyve sularıyla, açık havada yapılacak kahvaltının kadrosu tamamlanmış oluyor.
Saat 10.00’u gösteriyor ve İnceğiz’deyiz. Köprünün önünde arabayı park edip, çantaları sırtlıyoruz.
İlk hedef İnceğiz Mağarası...
Üç katlı ve her katı dörder oda şeklinde dizayn edilmiş; ama yurdum insanının “Ayşe, Mehmet’i; Mehmet, Sevgi’yi;
sonra herkes Sevgi’yi seviyor.” yazılarıyla süslediği bir mimariye sahip İnceğiz Mağarası.
sonra herkes Sevgi’yi seviyor.” yazılarıyla süslediği bir mimariye sahip İnceğiz Mağarası.
Doğrusu mağarayı dolaşırken forum sitelerinde ‘İnceğiz Mağarası’nı mutlaka görün’ söylemlerinin biraz abartılı
olduğunu düşünürken kendimizi, alabildiğine yeşille birlikte, yakıcı sıcağı biraz olsun serinleten rüzgar eşliğinde
mağaranın tepesinde, kahvaltı yaparken buluyoruz.
olduğunu düşünürken kendimizi, alabildiğine yeşille birlikte, yakıcı sıcağı biraz olsun serinleten rüzgar eşliğinde
mağaranın tepesinde, kahvaltı yaparken buluyoruz.
Kahvaltı sonrası gezilerin olmazsa olmazı “Birader şu manzarayla beni bi çeksene.” pozlarını veriyor ve yavaş yavaş
mağaradan uzaklaşıyoruz.
mağaradan uzaklaşıyoruz.
Şimdi sırada İnceğiz trekking parkuru var.
Mağaradan 5 dk uzaklıkta olan parkurun başlangıç noktasında bizi, haftasonu günübirlikçilerin bıraktığı çöpler
karşılıyor. Karpuz kabukları, 2,5’luk kolalar, patlamış toplar ve tabi pikniklerin anlamı mangallar...
karşılıyor. Karpuz kabukları, 2,5’luk kolalar, patlamış toplar ve tabi pikniklerin anlamı mangallar...
Murat Hoca’nın “Beyler, hazır mıyız? Başlıyoruz!” komutuyla yeşile doyacağımız ama neyle karşılaşacağımızı
bilmediğimiz bir tepenin dibinde yerlerimizi alıyoruz.
bilmediğimiz bir tepenin dibinde yerlerimizi alıyoruz.
Normalde 1 saat sürebilecek parkuru, “Aa şurada da bi fotoğraf çekilelim beyler!” genişliği ve zaman zaman da
“Kimden çıkmıştı trekking fikri beyler? Sinemaya gitseydik.” homurdanmalarıyla 1,5 saatte tamamlıyoruz.
“Kimden çıkmıştı trekking fikri beyler? Sinemaya gitseydik.” homurdanmalarıyla 1,5 saatte tamamlıyoruz.
Artık en tepedeyiz.... Ve “Az oturalım beyler acelemiz ne?” herkesin dilinden düşen ilk sözler oluyor.
Parkurdan bahsetmek gerekirse; mevcut manzarasıyla bol bol fotoğraf çekilebilirsiniz. Ayrıca, yıkılmış ağaçlara,
yaprakların üzerini örterek sakladığı küçük kuyulara ve genişliği 70-80 cm’e kadar daralan yollara sahip.
Son olarak, diğer gittiğim parkurlara göre, daha dik, daha yorucu ama daha kısaydı.
yaprakların üzerini örterek sakladığı küçük kuyulara ve genişliği 70-80 cm’e kadar daralan yollara sahip.
Son olarak, diğer gittiğim parkurlara göre, daha dik, daha yorucu ama daha kısaydı.
Kısa bir dinlenmenin ardından doğaya tekrar karışıyoruz ve dalından kopardığımız kuşburnu ve çitlembiki
yerken saat yarıma geliyor.
yerken saat yarıma geliyor.
Birkaç başarısız iniş denemesinden sonra “En iyi yol, bildiğin yol!” tezinden hareketle geldiğimiz istikametten aşağı
inişe geçiyoruz.
inişe geçiyoruz.
Bence, inişlerin daha zor olmasının en büyük nedeni düşeceğiniz yeri görüyor olmanız ve tabi düşüşünüzü...
Birkaç ayak kayması sonucunda yerle buluşuyoruz ve “Bunları anlatmayalım beyler!” ricalarıyla parkurun başlangıç
noktasına geri dönüyoruz.
noktasına geri dönüyoruz.
Saat 13.15...
Başlangıç noktasında biraz dinlenirken, Nuri arkadaşımızın Fethiye bahçelerinden getirdiği elmaları yiyor ve
İnceğiz Gölü’nün kaynağını bulmak için tekrar yola koyuluyoruz.
İnceğiz Gölü’nün kaynağını bulmak için tekrar yola koyuluyoruz.
Dere kenarında yürürken ağaçların mevsimlere direnemeyip yapraklarını azad etmesi insanda, “Kartpostallardaki
o görüntüyü yakalamalıyım.” duygusunu uyandırıyor. Başarısız denemeler sonucunda “Herkes işini yapsın beyler!”
diyerek yola devam ediyor ve çocukluğumun kahramanı böğürtlen ile karşılaşıp, arkadaşların da üstün gayretiyle
organik besleniyoruz.
o görüntüyü yakalamalıyım.” duygusunu uyandırıyor. Başarısız denemeler sonucunda “Herkes işini yapsın beyler!”
diyerek yola devam ediyor ve çocukluğumun kahramanı böğürtlen ile karşılaşıp, arkadaşların da üstün gayretiyle
organik besleniyoruz.
İnceğiz Gölü’nün kaynağını aramak, adrenalin olarak tatmin etmese de yeşilin rengi ve kokusu, kuşların sesiyle
birleşince, trekkingde bünyede yer eden yorgunluğu atıyoruz.
birleşince, trekkingde bünyede yer eden yorgunluğu atıyoruz.
Saatlerimiz 3’ü gösterirken, umutlar kırılıyor ve gölün kaynağını aramaktan vazgeçiyoruz. Bunda, böğürtlen ve
incir ağaçlarının suçu kesinlikle sabittir.
incir ağaçlarının suçu kesinlikle sabittir.
Peygamber devesi, kertenkele, kurbağa ve adını bilmediğim ama sosyete böceği ve fosforlu cevriye diye adlandırdığım
canlılardan National kanallarda gördüğümüz pozları istiyoruz.
canlılardan National kanallarda gördüğümüz pozları istiyoruz.
“Yavaş yavaş dönelim beyler.” her bünyeden onayı alınca, dereyi en güzel resmeden tepede sandviçlerimizi yiyor ve
“Artık dönüş zamanı.” diyoruz.
“Artık dönüş zamanı.” diyoruz.
Dönüş yolunda gezinin bitmesinin hıncını, fotoğraf makinelerinin hafıza kartından fazlasıyla çıkartıyoruz ve saat 16.00’da,
6 saat önce güne başladığımız noktada, arabadaki yerlerimizi alıyoruz...
6 saat önce güne başladığımız noktada, arabadaki yerlerimizi alıyoruz...
Günün sonunda, temiz havayı yadırgayan vücut duruyor ve aslında her gün yapmak istediğim siestayı arabada gerçekleştiriyorum.
İnceğiz’i kısaca özetlemek gerekirse, İstanbul’a yakınlığı, mağara, piknik ve trekking alternatiflerini sunmasıyla gidilip
görülesi bir yer.
görülesi bir yer.
Son sözümüz, “Alın dostlarınızı yanınıza, doldurun çantalarınızı ve gidin İnceğiz’e” olsun.
Ama hafta içi...



